Krize karşı devrim!

Krize karşı devrim!Elimize posta yoluyla ulaşan TİKB-GK'nın merkezi yayın organı Genç Komünar'ın Aralık 2008 tarihli 12.sayısının başyazısını güncel öneminden dolayı yayınlıyoruz.

http://komunarca.net/img/tmm2.jpg
Krize karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!

Emperyalist kapitalizm tarihin gördüğü en şiddetli krizlerinden birisini yaşıyor. Küresel ölçekte yaşanan kriz ile sistemin temel taşları yerinden oynarken, devasa bankalar, holdingler gürültüyle çöküyorlar.

Görüngüleri finansal alanın içerisinde olsa da öz itibarı ile üretim sürecinden kaynaklanan, sistemin temel çelişkilerinin derinleşmesinin ve artık eskisi gibi sürdürülemezliğinin de bir ifadesi olan aşırı üretim krizlerinin bir örneği daha yaşanıyor. Kriz süreçleri burjuvazi için olduğu kadar işçi sınıfı ve emekçi kitleler cephesinden de tehlike ve fırsatları iç içe getiren özel süreçlerdir.

Kriz süreci ile birlikte yoksulluk ve yoksunluk emekçi kitleleri bir bütün olarak içerisine almaktadır. İşsizlik olgusu geometrik olarak artarken çalışanların ücretleri ise işsizlik tehditi ile giderek daha fazla baskılanıyor. Yaşamsal ihtiyaçların fiyatları sürekli yükselirken yoksulluğun artması, gıda, barınma ve artık tamamiyle metalaşmış olan sağlık ihtiyaçları karşılanamaz hale geliyor.

İşçi sınıfı ve emekçiler bu saldırıları, kapitalizmin gelişmişlik düzeyinin bir sonucu olarak yaşamın tüm alanlarının meta ilişkileri dolayımına girmesiyle birlikte, artık günlük yaşamlarında çok daha bariz yaşıyorlar. Emekçiler cephesinden sisteme duyulan güven sarsılırken, gelecek beklentileri sıfıra yaklaşıyor. Bu beklentisizlik hali bir alternatif ile buluşamadığında ise değersizlik ve yozlaşma biçiminde kendini ifade ediyor. Burjuvazinin bunu süreklileştirme noktasında elinde fazlasıyla geniş bir araç yelpazesi de bulunmakta.

Öte yandan alttan alta mayalanan tepkiler zaman zaman patlamalarla kendisine yol açmakta, ancak bu derin örgütsüzlük halinden ötürü saman alevi etkisinin üzerine çıkılamamaktadır. Sistemin temellerinden sarsıldığı kriz dönemlerinde bu tepkiler sisteme yönelmediğinde/yöneltilemediğinde karşıtına dönüşerek -kitlelerdeki vazgeçmişlik, yozluk hali de derinleşerek- ilerleyecektir.

Ancak bu süreçler aynı zamanda kitlelerin daha fazla arayışta oldukları, yaşam koşullarının dayatmasıyla kitlesel olarak mücadele içerine girmek zorunda kaldıkları süreçlerdir. Öncünün, ısrarlı ve hedefli bir yönelimle başka dönemlere oranla çok daha hızlı bir şekilde kitle dinamiklerine nüfuz edebilmesinin de zemini vardır. En yaşamsal ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan uzaklaşmış, kapitalizmin getirdiği umutsuzlukla beklentisizleşen kitlelerin ücretli kölelik düzenine bir bütün olarak karşı çıkmalarının zemini çok güçlüdür. Sosyalist sınıf perspektifini ısrarlı bir çalışma düzlemiyle buluşturduğumuzda, kriz, emekçiler cephesinden fırsat yönüyle bariz bir şekilde ön plana geçebilir.

Toplumsal dengelerin oldukça hassaslaştığı böylesi kesitlerde kimi dinamikler sıçramalarla kendilerine yol açabilir ya da önceden öngörülemeyen sınıfsal kesimler militan biçimleri de içerecek tarzda mücadele alanına çıkabilirler. 2001 krizindeki yer yer polisle çatışmalarla öne çıkan esnaf eylemleri bu sıçramalı gelişime en iyi örnektir.

Son süreçte Yunanistan'da patlak veren olayları bir de bu gözlerle incelemekte yarar vardır. 15 yaşındaki bir gencin polis kurşunu ile katledilmesi, ülke çapına yayılan büyük eylemlerin, işgaller ve genel grev dalgasının işaret fişeği olmuştur. Bu eylemler dalgasında güçlü bir hesap sorma bilincinin yanısıra birleşik eylemin gücünü görmenin getirdiği bir coşku da ilk bakışta farkedilebiliyor. Ancak ilk bakışta görülen bir şey daha var ki; o, yalnızca o topraklara özgü bir şey değil. Gençliği bu şekilde kitlesel bir şekilde eylemlere çeken, herkesin teslim edeceği gibi, sisteme olan öfkedir. Geleceksizliği, nesneleşmeyi, değersizleşmeyi derinlemesine yaşayan gençliğin 'sözünü söyleme', 'özne olma' istekliliğidir. Benzer eylem dalgaları daha öncesinde de yaşanmasına rağmen, hiç birisinde bu derece yaygın, kitlesel, militan ve uzun soluklu bir direniş yükseltilememiştir. İşte burada küresel ölçekte yaşanan krizin hazırladığı uygun zeminin etkisini görmek gerekir.

Bu zemin işçi sınıfını, emekçi kitleleri ve gençliği bir barut fıçısına döndürmekte, devasa potansiyel enerji akacak kanal bulduğunda hızla yolundaki tüm engelleri yıkarak kinetik enerjiye dönüşmektedir.

Yunanistan'da yaşanan olaylar büyük oranda kendiliğinden bir hareket olarak doğmuş ve ilerlemektedir. Devrimci öncülük iddiası taşıyan örgütlerin süreçteki etkisi ne yazık ki bütünü belirleyecek durumda değildir. Talepsel olarak hükümetin değişmesi gibi sistem içi bir talepten yola çıkılsa da yaratılan hareketin gücüyle sistemin temelleri sarsılmış, gençlikten işçi sınıfına doğru yayılan “yapabiliriz!” fikri gelecek kavgalar için şimdiden bir kazanım olarak kayda geçmiştir.

Yunanistan'daki gelişmeler başta olmak üzere Fransa, Almanya ve İtalya'daki gençlik eylemleri sürecin gelişen yönüne işaret etmektedir. Avrupa çapında birleşik bir eylem dalgasının yükseltilmesi için uygun bir nesnel zemin bulunmaktadır. Kriz neoliberalizmin yaldızlarının dökülmesini getirmiştir, ancak bu, anti-kapitalist bir eksende savaşım verilmediği koşullarda emekçi sınıflarda sistem içi çözümlere, ''düzeltilmiş kapitalizm'' hayallerine bir bütün olarak kapıların kapalı olduğu anlamına gelmez. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak, eğitimde yeniden yapılandırmanın da bir ayağını oluşturan paralı eğitim gençliğin üzerine bir karabasan gibi çökmüştür. Krizin faturasının emekçilere çıkartılmasıyla paralı eğitim ve diplomalı işsizlik sorunu daha bir yakıcılaşırken, geleceksizlik ve güvensizlik duygusu gençliğin sistemden umudu kesmesi düzeyine gelmiştir. Gençlik cephesinden Avrupa çapında, çıkartılan yasalar ve uygulamaların bir paralellik taşımasıyla birlikte talepsel bir ortaklık kurulması da daha fazla mümkün olmuştur. Örneğin Yunanistan'da kıvılcımı çakan polis katliamı çok daha sık ve yaygın olarak Türkiye'de de yaşanmaktadır. Tüm Avrupa'da baskıcı uygulamalar bu süreçte hız kazanmıştır. Emperyalist kapitalizmin en önemli özelliklerinden biri çürüyen ve giderek daha fazla gericileşen bir kapitalizm olmasıdır. Bu süreçte her türlü gerici ideoloji, felsefe, politika kendisine yer bulduğu gibi ''azami kar azami egemenlik'' ilişkisi içerisinde burjuvazi baskı ve zor aygıtını da daha rafine bir biçimde devreye sokmaktadır. Elbette ki Yunanistan örneğinde olduğu gibi tüm bu uygulamaların püskürtülebilmesi için gerekli kitlesel direniş ve militan eylem çizgisinin olanakları bu süreçte daha fazla güçlenmiştir.

Bu noktadan hareketle, kestirme bir biçimde, benzer militan ve kitlesel bir direniş sürecinin Türkiye'de de yaşanacağı sonucunu çıkartmak doğru da değildir, devrimci de!.. Bu sürecin evrilebileceği ihtimallerden birisidir. Ancak devrimcilere düşen, o ya da bu ihtimalin gerçekleşmesini beklemek değil, nesnel zemini olan bu süreci öznel müdehalelerle de birleşik olarak örgütlemektir. Kısacası sürece iradi müdahalede bulunmak, sürece önderlik etmektir.

Süreç, yalnızca bugüne odaklanılarak kriz olgusuyla birleşik olarak tanımlanan nesnel zeminle ya da Yunanistan'daki hareketliliğin yarattığı atmosfer ile değerlendirilirse tablo eksik kalacaktır. Özellikle son iki yılda sınıf hareketindeki nisbi yükseliş, toplumsal siyasal gündemlerin kitleleri daha fazla içerir bir şekilde gelişmesi mücadele için önceki süreçlere göre daha uygun bir zemin sunuyor. Bir dizi uzun soluklu ve/veya kitlesel grev ve direnişin kazanımla sonuçlanması, SSGSS sürecinde bir dizi kitlesel ve militanlaşma potansiyeli yüksek olan eylemin gerçekleştirilmesi, son iki 1 Mayıs'ın militan bir biçimde gerçekleştirilmesi, tersane gibi emeğin korunması mücadelesinde sınıfın simgesi olmaya aday bir alandaki grev girişiminin toplumsal dinamiklerle buluşarak geniş bir zeminde çekim yaratması, bu sürecin hem kimi kesit ve olayları hem de köşe taşlarıdır. Metal TİS'lerindeki tabandan gelen direşken ruh ile 29 Kasım mitingindeki kitlesellik ve militanlık ise sürecin işçi sınıfı cephesinden sunduğu olanaklara ve kriz süreci ile birlikte artan dinamizme işaret etmektedir. Sürecin Genel Grev Genel Direniş yönünde seyretmesinin nesnel zeminin giderek daha fazla güçlendiği bir kesitteyiz.

Böylesi bir süreçte gençlik hareketi ise bağımsız bir varoluştan ziyade öne çıkan gündemlere destekçi durumunda oldu. Zaman zaman paralı eğitim dolayımında, kitlesel hareketler yakalansa da lokalliğin sınırları aşılamamıştır. Gençlik içerisinde yaratılan sendikal örgütlenme geniş kitleler içerisinde kendisini henüz varedememiştir. Bunda belirleyici olan ise gençlik hareketinin iç engelleri olmuştur. Liseler başta olmak üzere son iki-üç yıldır algılarını siyasete açan bir kuşak ise daha hareketli ve güçlü potansiyellere sahip bir görünüm vermektedir. “Hatırla sevgili” kuşağı olarak anılan bu kuşak lise dinamiği başta olmak üzere geniş bir kesim olarak mücadeleye toplumsal bir zemin sunmaktadır.

Gençliğin bu sürece (kitle hareketindeki bu yükselişe) katkısı sınırlı olmuşsa da bu sürecin gençliğe katkısı için aynı şeyi söyleyemeyiz. Gençliğin ağırlıklı bir kısmı diyemesek de, dinamik ve arayış içerisinde olan 'öncü' kesimleri yüzlerini daha fazla mücadeleye dönmüşlerdir. Bilinçsel bir bulanıklıkla birlikte “başka bir dünya” romantizmini taşıyan, yakın zamana kadar o ya da bu sebeple örgütlülüğe mesafeli yaklaşan bu kesimler toplumsal hareketliliklerden de yakıtını alarak gençlik örgütlerinin çeperlerine yaklaşmışlardır.

Mücadeleye 2000'lerin hemen sonrası gözlerini açmış kadro kuşağı bilindiği gibi bugün gençlik örgütlerinin omurgasını oluşturmaktadır. Bu kuşağın temel özelliği yenilgi (F tipi yenilgisi başta olmak üzere devrimci hareketin ve kitle hareketinin dip noktasında olduğu bir kesitti.) yıllarının içerisinde gözlerini mücadeleye açmasıdır. Bahsettiğimiz bu yeni kuşak ise, özellikle son iki-üç yılın hareketli ortamında mücadele içerisine girmiştir. Dolayısıyla daha dinamiktir ve geçmişin yıkıcı moral etkilerini daha az hissetmektedir. Avantajlar kadar dezavantajları da olan (neoliberalizmin toplumu bireye doğru çözdüğü bir kesimde, devrimci hareketin dibe vurmasıyla toplumsallaşma kanallarından da uzak bir biçimde gelişmesi ilk elde sayılması gerekendir.) bu kuşak güçlü bir şekilde kavganın ateşinde pişerek devrimci yükseliş döneminin çelik omurgasını oluşturma potansiyelini taşımaktadır.

İçerisinde bulunduğumuz çalkantılı, patlamalara açık ve devrimci potansiyeller açısından güçlü bir zemine sahip olan bu süreç kitlesel hareketlerle birlikte kadrosal açıdan da önemli olanaklar sunmaktadır. Nicelik ve nitelik olarak daha güçlü bir gençlik örgütü, sürecin devrimci ihtiyaçlarına cevap verebilmenin en önemli koşuludur. Kitleleri örgütlerken kendimizi örgütlemek, yatay ve dikey örgütlülüklerimizi geliştirmek ve bir bütün olarak önderlik kapasitemizi geliştirmek için gerekli adımları sakınmasızca atacağız.

Örgütlenme politikamız.

Örgütlenme bir bütün olarak en çok zorlandığımız noktaların başında geliyor. Kitleleri örgütlemek bir yana tek tek ulaştığımız çevre ilişkilerini dahi komunlandırmakta zorlanıyoruz. Kriz süreci ile birlikte bu ihtiyaç daha da yakıcı bir hal alacaktır.

Örgütlenmemizin temelini politikalar oluşturmaktadır. Bilinçli örgütlü kitlelerin eseri olacak olan devrime gitmek kitleleri örgütlemekten geçmektedir. Geniş kitleler ise yaşamlarındaki karşılığını henüz kavrayamadıkları, özdeneyimleri ile sınayamadıkları, onlara soyut gelen kavramlardan çok en temel ihtiyaçları üzerinden örgütlenir. Örneğin bir öğrenci için paralı eğitim, yurtlar sorunu, liselerdeki çeteler, uyuşturucu satıcıları; bir işçi için ücret sorunu, iş güvenliği vsvs. Bu ve benzeri temel talepler etrafından kitlesel örgütlenmeler yaratmak mümkündür. Geniş kitlelerin ilk örgütlenecekleri adres ilk elde parti veya komsomol örgüt olmayacaktır. Çeşitli sebeplerle zaten politize olmuş olan kesimler veya sıçramalı gelişimle ileri çıkan bireyler için doğrudan öncüye örgütlenmek mümkündür ve böylesi durumlarda aşamalı bir örgütlenme anlayışından uzak durulmalıdır. Bahsettiğimiz ise geniş kitleleri nasıl örgütleyeceğimizdir. Örgütü çevreleyen örgütler anlayışı işte tam da bu noktada farklı talepler, bilinç düzeyleri için farklı örgütlülükler öngörür ve gençlik örgütüne de, onu bu örgütlerin merkezine yerleştirerek kurmay bir rol yükler.

Örneğin bir üniversitede örgütlenirken öncelikle o alandaki dinamikleri tespit etmeli, bu dinamikler için varolan politikalarımızı faaliyete geçirmeliyiz. Söz gelimi bir teknik üniversitede mesleksel dönüşüm konusu önemli bir dinamik olacaktır. Yahut eğitim fakültelerinde diplomalı işsizlik ve eğitimciler çalışmamız... Hiçbir alanda elbette ki tek bir dinamik yoktur. Alandaki dinamikleri birleşik temelde, içiçe gerçirerek örgütlemek doğru yaklaşımdır. Örneğin aynı teknik üniversitede mesleki dönüşümle birlikte, kültür-sanat dinamiği, antifaşist dinamik vsvs olabilmektedir ve bu dinamiklerin büyük bölümü, kimi iç içe geçişlerle birlikte, farklı kesimleri mücadele içerisine dahil edebilmektedir.

Geleneksel ve aşmamız gereken çalışma tarzımızda az sayıda temel gücümüz bütün faaliyeti kendileri üzerinden ve çok sınırlı bir çeper güce dayanarak gerçekleştirirler. Burada mükemmeliyetçi bir yaklaşımın yanı sıra örgütçülükteki beceriksizliğin de altını çizmek gerekir. Çeper güçlerimize doğru gidildiğinde nitelik sorununun katmerleştiği, devrimci yaşam tarzına olan uzaklıkla birlikte sistem içi düşünüş ve yaşayışın baskın olduğu doğrudur. Ancak bu güçleri mevcut durumları içerisinde statik bir şekilde ele almak değil, mücadelenin içerisinde dönüştürme yaklaşımıyla esas olarak potansiyelleri ve mücadeleye katabilecekleri üzerinden ele almak doğru yaklaşımdır.

Bugün çalışma alanlarımızın hemen hepsinde az ya da çok bir çeper güç birikimi vardır. Ancak, bu güçler kimi kesitler dışında (1 Mayıs, kimi eylemler) büyük oranda işlevsizdirler. Planlı, hedefli, araç-yöntem ve öncelikleri belirli, etkin bir iş bölümüne dayalı bir çalışma tarzında bireylerin eksik ve zaaflı yönlerinin faaliyete etkisi sınırlanırken, bu yönlerin aşılması için de olumlu bir zemin sunulmuş olur. Bu noktada beklentilerimizi, kişinin özelliklerine ve dinamiklerine göre, asıl olarak da poltikalarımızla buluşulduğunda, görevin geliştiriciliğiyle birlikte düşünerek kurmalı, çevre güçlerini kendi içinde eşitlememeli ve mükemmeliyetçi yaklaşmamalıyız. Bu noktada ileri çıkanlar da elbetteki gözden kaçırılmamalıdır.. Bunlar yapılmadığında az sayıda temel güç hep az sayıda kalmaya mahkum olur.

Çevre örgütler ve politikalar etrafında toparlanacak bir kitle olduğu gibi bir önceki bölümde belirttiğimiz tarzda doğrudan öncüye örgütlenebilecek bir kitle de mevcuttur. Sayıları bütün içerisinde oldukça az olmakla birlikte doğrudan kadrolaşmaya müsait yapıları itibari ile ciddi bir yönelimi haketmektedirler. Ancak bu kişiler dahi belirli dinamikler içerisinden gelmektedirler. Bu dinamiklerle birlikte hızla pratik mücadelenin içerisine sokulmalı, sorumluluk almaları sağlanmalıdır. Bu güçler, ideolojik-politik bir eğitim çalışması ve pratik sürecin deneyimleri ile birleştiğinde GK'lı olmanın asgari gereklerine ulaşmışlar demektir.

Kısacası bireylerle birey temelinde ilişkiyi esas alan örgütlenme tarzı hızla terkedilmelidir. Kitlelerle politikalar dolayımıyla ilişkiyi esas almalı, ancak bu süreçte öne çıkanlarla birebir ilişkilenmeyi de içeren bir örgütlenme anlayışına sahip olmalıyız.

Kitlelere güven, yeni ve şimdilik deneyimsiz olan yoldaşlarımıza güvenmekten başlar. Hata yapmamak adına onların inisiyatiflerini körelten yaklaşımlardan derhal vazgeçilmelidir. Yeni kadrolar yeni birimler kurmakta tereddütsüz davranmalıyız. Zira yatay olarak genişlediğimiz bu kesitte dikey olarak da bunun karşılığını yaratamazsak süreci layıkıyla yönetme konusunda kendi elimizi ayağımızı bağlamış oluruz. Deneyimsizlik yahut bilgisizlikten kaynaklı hatalar bu süreçte fazlasıyla yapılabilecektir. Ancak bu yalnızca görece deneyimli ve birikimli güçlerin eğitici etkinliği ve ideolojik-politik uyanıklıklıkları ile aşılabilecek gecici bir sorundur.

Örgütlenmenin bir diğer ayağı ise geniş gençlik kitlelerine farkımızı farkettirecek, sol haraket içerisinden olumlu yönlerimizle ayrışmamızı sağlayacak bir konumlanıştır.

TDH ve ondan doğan devrimci gençlik hareketi iddiasız, rekabetçi tarzda birbirine politika yapan, kitlelerin gündemine giremeyen yahut girebilmek için rengini belli etmekten kaçınan silik bir varoluş içindedir. Bilinç olarak zayıf, kadro niteliği düşük, tarih bilinci neredeyse sıfırdır. Bu tablo içerisinde biz nerede duruyoruz, daha da önemlisi nerede durmamız gerekiyor, bunu açıklamaya çalışalım.

Toplam tablodan niyetimizden bağımsız olarak belirgin bir biçimde ayrışamadığımızı, o ya da bu yönde kitlelerin algılayabileceği kadar somut bir ileri çıkışımızın olmadığı bir gerçek. Belirli bir ideolojik sağlamlıkla birlikte, “siyaseten kirlenmişliğin” dışında oluşumuz da dost düşman herkesin ortak taktiridir. Bu olumlu özellikler bizi ne yazık ki kitlelerin gözünde farklılaştırmaya yetmemektedir. Pratikte farkımızı göstermediğimiz koşullarda bu varoluş biçimi kitlelerin gündemine girmeyi bırakalım, onların gözünde “herhangi bir siyaset” derekesine düşürmekten kurtaramadığı gibi, dahası kimi ilkesel çıkışlarımızın anlaşılamamasıyla ve kimi çevrelerin demogojileriyle birlikte “sekter, kavgacı” grup algısına dahi rastlanmaktadır.

Kitle çalışmamızın kısırlığının doğrudan bir sonucu olan bu ''haksız'' tabloyu değiştirmek için kitlelerin içerisine boylu buyunca uzandığımız bir düzleme geçmek şarttır. Ancak bunun yanısıra kitle hareketinin yükselişe geçtiği böylesi bir kesitte her zaman önemli olan şu iki noktanın belirleyiciliği ve ayırdediciliği artmıştır: Sosyalizm ve Militanlık. Sosyalist sınıf devrimciliği kimliğini taşımak, bunun gençlik içerisinde özgün bir örneğini yaratmak, bugün için temel bir zorunluluktur. Bu kimlik, politikalarımızın içeriğinde, sınıfa yönelimimizde ve militan bir devrimcilik anlayışında somutlanır. Meslek liselerinde ve sınıfın 'yeni sınıflaşan' bölüklerinde bir güç olmakta somutlanır. Sınıfın grev direniş gibi eylemli süreçlerine olduğu kadar değer ve kültürüne de yabancı olmayan bir kadro kuşağında somutlanır. Bu hat militan bir hattır. Sosyalizmi ve mücadeleyi bir bütün olarak sadece “propaganda” düzeyinde ele alan anlayışlardan dönüştürme ve yeniyi inşa etme gücüyle ayrışır. Bu da yapıcı bir devrimci şiddeti şart koşar. Militanlık iktidar bilincinden kaynaklanır. Kapitalizme karşıt olmak komünist olmak için yeterli değildir. Onu yıkacak şekilde örgütlenmek ve bu perspektifle devrimci eyleme yön vermek esastır. Bu iki nokta, yani sosyalizm ve militanlık aynı zamanda gençlik hareketinin en temel iki eksikliğidir. Bu noktalar bizim kimliğimizin en temel değerleri olarak her bir yoldaşımızın bilincinde net bir şekilde varolacak, varoluşumuzun temeli olacaktır.

Örgüt olarak süreci göğüslememiz için gereken asgari şartların başında esasen birbiri ile ayrıştırılamayacak iki nokta gelmektedir. Bunlardan birincisi bir bütün olarak kolektif önderlik düzeyimizi de belirleyen nitelik sorununun asgari olarak çözülmesidir.

Taktik, örgüt ve kadrolar bir bütünün parçalarını oluştururlar. Birindeki boşluk ve eksiklikler farkında dahi olunmaksızın diğerlerini doğrudan etkiler. Kadro düzeyi ve toplam nitelik sorunu bugün TDH'ın bütünü için krizli bir durumdadır. Bu durum gençlik örgütlerinde daha da yakıcıdır. Sistemin doğrudan hedefi olan gençliğin ve onun eğitim kurumlarında, toplumsal ilişkileri içerisinde ve onun değerleri ile yaşamaya-düşünmeye yatkınlığı ile birlikte düşünüldüğünde bu anlaşılır da birşeydir. Genç devrimci kadroların eğitimi sorunu devrimin geleceği sorunudur aynı zamanda.

Devrimciliğin bir takım motivasyonlarla, geçmiş örneklerle, devrimci modellerle, asgarinin asgarisi birkaç genel doğru ile yani bir bütün olarak “iman kuvveti” ile yürütülmesi devrimciliğin ilk dönemleri için anlaşılır, ancak hızla aşılması gereken bir durumdur. Bilimsel bir ideolojil olan ML'nin kulaktan dolma, yüzeysel ve dogmatik kavranışı genç devrimciler için felç edici, donuklaştırıcı bir etki yaratmaktadır. Mücadelenin düşük hızda seyrettiği dönemlerde birkaç faaliyeti rutin bir biçimde sürdürmek için yeterli görünen birikim ve kavrayış gücü, işler alışılmışın dışına çıktığında yahut görevler büyüyüp çeşitlendiğinde donup kalmaktadır. Geri düşme biçiminde de yaşanabilen bu durumun birincil sebebi salt zamansal olmayan, kavrayış acısından da yaşanan kısmi devrimciliğin bir tezahürüdür çoğu zaman.

Görevlerimizin büyüdüğü, niceliksel bir genişleme içerisinde olduğumuz bir kesitte, önderlik boşluğunun ve bu görevin kolektivize edilememesinin acısını etimizde kemiğimizde hissettiğimiz bir kesitte, eğitim çalışmalarının güncel önemi misliyle artmıştır. Eğitim çalışmaları seviyelere göre ve örgütün ihtiyaçları (salt önümüzde duran işler darlığında değil devrimin kısa, orta ve uzun vadeli ihtiyaçları da gözetilmelidir.) dolayımında birimler ve komitelerde planlanacaktır. Bu noktadan sonra, bu sorunun çözümü salt bireysel çaba ve teşviklere bırakılmayacak, etkin bir yönlendirme ve denetim de işleyecektir. Diyalektik tarihsel materyalizm, ekonomi-politik ve bunlar bağlamında dönem taktiğimizin ve politikalarımızın incelenmesi başlangıç açısından doğru seyir olacaktır.

İkinci nokta olarak ise günün devrimci görevlerini stratejik bir bakış açısı içerisinde ve günübirlik sınırları aşan bir faaliyet düzlemiyle yerine getirmektir. ML bakış açısıyla temel misyonumuz dünyayı yorumlamak değil değiştirmektir. Devrimciliğin denektaşı işlevini de gören bu anlayış, hayata müdahale etmek yeteneği, gücü, iradesinde ve eylemcilikle somutlanır. Donuk, izleyici-kaydedici bir varlık değil, ateşin içine dalan, düşüncesiz değil, fakat gözüpek bir girişkenlikle konulara yaklaşan, 'yok'ları değil 'nasıl varedebilirim'leri düşünen bir kadro ve örgüt yapısıyla hareket edilmelidir. Bu noktada yanlış yapma riskimiz elbette ki vardır. Bu riskleri minimize etmenin en sağlam yolu niteliğimizi yükseltmektir.

Sokağa çıkabilen -bu bazen basın açıklaması olur, bazen ise korsan sokak eylemi olur-, hayata müdehalede bulunabilen, kendi sınırlarıyla değil kitle hareketinin potansiyelleri ile düşünebilen bir hatta ilerlemek doğru olandır. Örgütlenmenin de “yok”ları “var” etmenin de olmazsa olmazı böylesi bir hatta yürümektir.

Kampanya

Sınıf ve kitle hareketindeki nisbi yükseliş, kriz süreci ile birleşince ortaya devrimci çalışma için çok daha uygun bir zemin çıktı. Bu süreç sınıf ve gençlik başta olmak üzere, kent yoksullarından orta sınıfların yıkıma uğrayan bölümüne kadar uzanabilecek kapsamda kitle hareketlerinin kendisini gösterebileceği bir süreçtir. Çoğu kendiliğinden patlamalar olarak yaşanması muhtemel bu hareketlerin sistem karşıtı bir içerikle ilerlemesi ise devrimci öncünün sorumluluğundadır. Bu süreçler aynı zamanda devrimci çalışmanın kitlelerin ihtiyaçlarıyla çok daha hızlı buluşulabileceği, başka zamanlara göre çok daha hızlı içeridenleşilebileceği bir zemini de sunmaktadır.

Sistemden umudunu kesen geniş kitlelerin, devrimci sosyalist bir alternatif ile buluşturulaması durumunda, sistemin bu süreçte yoğunlaştıracağı dinci gericilikten, şovenizme kadar kitle hareketini bölmeyi hedefleyen adımlarının karşılığını bulmasının yanısıra derin bir yozlaşma ve değersizleşmenin yaşanması kaçınılmazdır. Kriz dönemlerinde kitlelerin bir bölümü yüzlerini mücadeleye dönerken, çıkışsızlıktan gayrimeşru olana; uyuşturucu satıcılığından fuhuşa, mafya tetikçiliğinden sistemin her türlü pisliğinin de yuvalandığı bataklığı büyüten bir kesim de olur.

İçinde bulunduğumuz kriz dönminin temel ayırdedici özelliklerinde birisi de burjuvazi-proleterya çelişkisinin tüm dünyada temel çelişki olduğu bir süreçte yaşanmasıdır. Bu Türkiye'de ve gençlik için de geçerlidir. Bu durum, antikapitalist bir eksende sosyalist bir perspektif ile yürünmesini gerektirirken birleşik mücadele ile birlikte enternasyonel mücadelenin de güçlenen zeminine işaret etmektedir.

Yunanistan süreci bu anlamıyla değerlendirildiğinde, dışımızdaki bir mücadele -dayanışma eylemleriyle selamlanacak bir süreç- olmanın ötesine geçer. Bu, destekçi kafa yapısıyla konumlanmanın yanlışlığı ile birlikte bu sürece hızlı ve yoğunlatırılmış bir kampanya ile müdahil olmamızı esas alan politik hattın doğruluğunu da gösterir.

“Polis kurşunu...” kampanyası sürecin gerektirdiği hız, doğru konumlanma ve sonuca yönelme anlamıyla bu süreçteki taktik hattımızın özgün bir ifadesidir. Yarattığı sonuçtan -şimdilik- bağımsız olmak üzere yönelim ve güzergah olarak ilerlenmesi gereken yola işaret etmektedir.

Süreç, Yunanistan gençlik eylemlerinde olduğu gibi ummadığımız, birebir öngöremeyebileceğimiz bir dizi olanağı bağrında taşımaktadır. Bu dönem, kendiliğinden ya da dışımızda gelişen süreçlere etkin bir müdahaleyi gerektirirken bütün konumlanışını bu süreçleri beklemek üzerine kuran bir edilgenlikle de ilerlenemez.

Önümüzdeki 3 aylık zaman dilimini kapsayacak olan “Kapitalizm kriziyle birlikte...” üst başlıklı bir kampanyayı örgütlemeye girişiyoruz. Yunanistan sürecine müdahil olmayı hedefleyen ve o mücadeleyi bu topraklara taşımak ve kendi taleplerimizle birleştirmek gibi bir hedefle ve kısa zamanda yüklenerek somut sonuçlara ulaşmaya kilitlenen kampanyamız “Kapitalizm kriziyle birlikte...” kampanyasının ilk adımı olarak algılanmalıdır. Bu süreçte böyle refleksif ara kampanyaları ve çalışma biçimlerini sıklıkla kullanacağız.

Kullanılan araçlarda en klasik olanından en radikal olanına kadar sürecin ihtiyacı olan tüm biçimleri kullanacağız. Özellikle dikkat etmemiz gereken nokta sürecin dinamik kavranışıyla birlikte hareketin arkasında kalmamaktır. Bu anlamıyla kendi kararlarımızı sürece uymuyorsa gözden geçirebilecek, gerekirse tümden değiştirebilecek kafa açıklığı içerisinde davranacağız.

Dinamik taktik önderliğin en önemli özelliklerinden birisi olarak “sürecin bir adım önünde yürümesi” sayılabilir. Bu anlamıyla örneğin, düne kadar uzak gördüğümüz boykot gibi bir eylem biçimi, sürecin gerektirdiği şekilde içeriklendirilerek bu süreçte eylem sloganı haline getirilmiştir.

Temel güçlerimizden başlayarak en uçtaki çevre ilişkilerimizin dahi sürecin bir parçası olabilecekleri bir öncü konumlanış şarttır. Tüm alanlarımız ilişkiler listelerini güncellemeli, kategorilerine göre çalışma gruplarından, a-p gruplarına, yazılama ekiplerinden, kültür sanat ekiplerine kadar çok çeşitli emek türlerini içerebilecek bir konumlanış içerisine girmelidir. Bu süreçler kireçlenmiş uzuvların açılmasının, hantal örgütsel yapımızın serileştirilebilmesinin de verimli toprağını oluşturur. Bu anlamıyla kitleleri örgütlerken kendimizi, kendimizi örgütlerken kitleleri örgütleme perspektifiyle hareket etmeliyiz.

Bu süreçte yazılama, afiş bildiri gibi zaten yapageldiğimiz ve bir anlamıyla klasikleşen a-p biçimlerinin yanısıra korsan yürüyüş, meşaleli yürüyüşlerin militan kitle gösterilerine dönüştürülmesi, sistemi temsil özelliği olan kimi mekanların işgali gibi kitle hareketine militanlık eşiğini aşması için önderlik ya da esinleyici örnek özelliği gösteren kimi eylemleri de gerçekleştireceğiz. Süreç tek başına ... imzası ile değil TİKB-GK imzasının da yaygın kullanılacağı bir formatta örgütlenecektir.

Mart ayı ortalarında merkezi bir eylemle sonlandırmayı düşündüğümüz kampanyamız yarattığı birikimle birlikte değerlendirilerek ortaya konulacak tablo üzerinden 1 Mayıs'a yürünecektir.