ULUCANLAR DiRENiŞi

Direnerek yaşamak



Tarih: 26 Eylül 1999
Saat: 03:30 civarı
Yer: Ankara Merkez Kapalı Cezaevi namı diğer Ulucanlar cezaevi.

Bekliyorduk bir saldırı; çünkü dışarda, mezarda emeklilik yasası geçmiş, özelleştirmeler, taşeronlaştırmalar artmıştı. Çünkü, IMF ile yeni istikrar paketi görüşmeleri gündemdeydi. Ve çünkü işçi ve emekçilerin birikmiş öfkesi 17 Ağustos depremiyle patlama noktasına gelmişti.

Burjuvazi, devletin yeniden yapılanması kapsamında büyük bir saldırıya hazırlanıyordu, IMF‘nin dayattığı üç yıllık istikrar paketinin uygulanması için her muhalif sesin susturulması, bastırılması gerekiyordu. 17 Ağustos depreminin ardından dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu,”Yeniden yapılanma hızlandırılarak sürdürülecek” demişti. Bu stratejik yönelimin işçi ve emekçilere her açıdan yıkım getireceği açıktı. Bir saldırı bekliyorduk; çünkü içerde, cezaevlerinde can bedeli kazanılan haklar giderek gaspediliyor, çeşitli bahanelerle uygulanmıyordu. Çünkü, birçok cezaevinde mahkeme ve hastane gidiş gelişlerinde engellemeler, fiili ve sözlü saldırılar yaşanıyordu. Ve çünkü, Ulucanlar cezaevinde tıkış tıkış yaşamak zorunda bırakıldığımız koğuşlarda, insana yaraşır koşulların oluşmasını, ya birkaç tuvalet ve banyo eklenmesini ya da yeni bir koğuş açılmasını istiyorduk.

Cezaevlerinde güçlü bir potansiyel birikmişti ve bu potansiyel dışarıyla etkileşim içerisindeydi. Sınıfın öncülerinin, devrimcilerin, emekçilerin birikmiş öfkesiyle buluşup onu ivmelendirmesi potansiyel bir tehdit olarak burjuvazinin önünde duruyordu. Bunun için “Cezaevleri hallolmadan IMF programlarını uygulayamayız” diyordu dönemin başbakanı Ecevit. Ve bunun için cezaevleri hedef gösteriliyor, “Cezaevleri çetelerin, terör örgütlerinin çiftliği, tek çözüm hücre tipi” deniliyordu medya aracılığıyla.

Ve F Tiplerine geçişin provası niteliğindeki saldırı gerçekleştirildi Ulucanlarda. Öldürmek, katletmek için gelmişlerdi. Silahlarıyla, gaz bombalarıyla saldırmak yetmemişti vahşi barbarlara, kasaturalarıyla, neşterleriyle, dipçikleriyle, cezaevinin hamamından hızarına, koridorlarından görüş kabinlerine her yerini işkencehaneye çevirdiler. İlaçlı sular hazırladılar hamamın küvetlerinde ve neşterlerini bu sulara batırarak kullandılar devrimciler üzerinde, ölmeseler bile çeşitli hastalıklarla boğuşsunlar diye. Odun keser gibi kestiler hızarında insanları. Yetmedi ölülerin üzerinde tepindiler delicesine. Devrime adanmış ON ömrü katlettiler kurşunlarla, işkencelerle. Ama hiç kimseye başeğdiremediler, diz çöktüremediler. “Diz çökerek yaşamaktansa, ayakta ölmek yeğdir” dedi devrimci tutsaklar. Faşizmi, işkenceyi lanetleyen sloganlar yükseldi sabaha dek. Ellerindeki her şey saldırıyı püskürtmek için bir araçtı artık tutsaklar için.Yeri geldi kendilerini attılar cellatların üzerine. Ve ölüme karşı halaya durup, direnişi haykırdılar katillerin yüzüne. Şafak söktüğünde insan boyunu aşan köpüklerin içinde devam ediyordu direniş. Ve Ulucanlar salt katliam olarak değil direniş olarak da yazıldı tarihe.

DİRENEREK ÖLMEK
“Ölülerimiz
kanıtıdır yaşama duyduğumuz sevginin
Ölülerimiz
İlk saldırı müfrezelerimizdir.
Bir kasırga gibi yol açarlar önümüzde.”

ON’lar; Zafer, Habip, İsmet, Halil, Abuzer, Önder, Ümit, Mahir, Ahmet, Aziz. On kızıl meşale. Yaşamları ve ölümü kucaklayışlarıyla bizlere devrime adanmışlığı gösteren on güzel insan.

ZAFER KIRBIYIK (TİKB) : Zafer yoldaşı, Mersin’e gönderildiğinde tanıdım. Bir yandan görev aldığı şehri, işçi ve emekçilerini tanımaya çalışıyor bir yandan da çalışabileceği uygun bir iş arıyordu. Çalışmayı sadece maddi gelir için düşünmüyordu Zafer, oradaki işçilere devrimi, sosyalizmi taşımayı planlıyordu. Gençti, tecrübesizdi belki ama devrime, sosyalizme olan inancı ona yol gösteriyordu. Nitekim çalışmaya başladığı anketörlük şirketinde, kısa bir süre içerisinde, paraların düzenli verilmemesi ve yapılan anketlerin sudan sebeplerle iptal edilmesine karşı varolan tepkinin örgütlü hale gelmesini sağladı. Bölgenin ilk anketörler direnişi yaşandı o süreçte.

Tutsaklık süreci Mersin’de başladı Zafer’in, ilk gözaltısı değildi. Pek çok kez gözaltına alınmış, hatta Ulucanlar cezaevinde kısa bir tutsaklık yaşamıştı. Fakat önceki süreçlerinde ve alınışındaki direngenliğini bu kez emniyet sürecinde devam ettiremedi. Cezaevine girdiğinde devrimci mücadelesindeki bu kırılmanın olumsuzluklarını yaşıyordu ama bunun kendisini ketlemesine, önünde engel oluşturmasına izin vermedi. Çünkü o, devrimin, mücadelenin bir parçası olmakta kararlıydı. Yoldaşlarının da yardımıyla günlük yaşam içerisinde gün be gün aştı kendisini Zafer, gelişti, değişti, dönüştü. Bir noktadan sonra, öğrenme ve gelişmekte ısrarın adı oldu Zafer. ‘96 Süresiz Açlık Grevinde yer alışından, Ulucanlar direnişindeki konumlanışına kadar, her gün, her eylem, aldığı her görev onun zaaflarına karşı dişe diş mücadelesinin, kendini aşmasının birer vesilesi ve aynı zamanda birer göstergesi oldu.

ABUZER ÇAT (MLKP): Üniversitede psikoloji okumuştu ama o tüm insanlığın kurtuluşuna adadı kendini. Devrim mücadelesinin gerekleri doğrultusunda okuyor, yazıp çiziyordu artık. ‘96 SAG ve ÖO direnişinde tüm mütevazılığı ile yer almış; daha sonraki süreçlerde de temsilcilik görevini omuzlamıştı. Yoldaşlarıyla ilgilendiği kadar tüm siper dostlarıyla da ilgilenir, ihtiyaç duyduklarında yardımlarına koşardı. Devrimcilik biraz da bu değil miydi: Kendini bütünden sorumlu hissetmek…

HALİL TÜRKER (TKP/ML): Yoksul bir ailenin çocuğu olan Halil, hem çalışmış, hem okumuş bir süre, olmamış istemese de bırakmış okumayı. Disiplini, fedakarlığı devrimci mücadelede de öne çıkan özellikleri ve devrimin ihtiyaçları doğrultusunda yeni özellikler ekleniyor kişilik özelliklerine Halil’in. Militanlığı öne çıkıyor bu evrede ve sorumluluk almaya hazır oluşu… Pratikte zorlansa da, boşlukları tamamlamak birincil göreviydi Halil’in. Salt utangaçlığını atamamıştı üzerinden, onu herkes için güvenilir kılan da bu saflığın, temizliğin, bozulmamış insan kişiliğinin getirdiği utangaç gülümseyişiydi.

İSMET KAVAKLIOĞLU (DHKP/C): Defalarca tutsaklık yaşamıştı İsmet. Deneyimin, tecrübenin adresiydi. Sadece tutsaklığın değil elbette mücadelenin, devrimin, devrimciliğin de… Ufak tefek yapısının içinde yılların deneyimini, olgunluğunu konuştururdu. Bu yüzdendi faşist katillerin onu devrimci mücadeleden ayırmaktaki ısrar ve kararlılığı. İşkencenin ona sökmeyeceğini biliyorlardı, devrim mücadelesine adanmış bir ömrü, yılların birikimini, emeğini yoketmenin vereceği kaybın büyüklüğünü de biliyorlardı. Yılların hıncını almak için işkence ettiler ama her işkencelerine aldıkları direngen yanıt daha da hınçlanmalarından başka bir işe yaramadı ve tanınmaz hale getirdiler İsmet’i, hızarda görülmedik işkencelere maruz bıraktılar. Ama ne başeğdirebildiler ne de devrim inancını söküp alabildiler.

HABİP GÜL (NEVZAT ÇİFTÇİ) (TKİP): Yılların devrimcisi. Metal işçisiyken devrimci mücadeleye atılan Habip, işçilikten gelen emekçi yanıyla koştururdu tüm cezaevinde. Devrime emek harcamak, insanlara emek harcamaktan geçmez mi biraz; Habip, tüm Ulucanlar’a akıtıyordu emeğini tıpkı dışarda devrime akıttığı gibi. Başı sıkışan adlilerden, problemleri olan gardiyanlara kadar herkese yardıma, emek harcamaya hazırdı. Ve bu yüzden karşıdevrimin hınçla saldırdığı, işkence etmeye doyamadığı hedeflerinden biri oldu Ulucanlar’da.

ÖNDER GENÇASLAN (MKP): Aldığı idam kararıyla dalga geçen genç yürek… Kim, ne zaman, nasıl ölür bilinmez ama daha devrim için yapacak çok işi olanların erken gitmesi bizi daha fazla üzer. Dost canlısı Önder, yapacak çok işi olanlardandı.

ÜMİT ALTINTAŞ (TKİP): Canlılık ve dinamizm. Tutuklanıp geldiği ilk andan itibaren herkese, her şeye koşturmaya başlayan Ümit. Dışarda da nefes almaksızın koştuğunu anlamamak mümkün değil onun dinamizminden. Her haliyle devrim mücadelesi beklemeye, savsaklamaya, yavaşlığa gelmez diyen Ümit. Ölümü de çok hızlı kucakladı siper dostu.

AHMET SAVRAN (DHKP/C): Spor akademisinden devrimciliğe uzanan bir yaşam. Devrimci düşüncelerinden dolayı sürgünlerle boğuştu öğretmenliği boyunca. Ama o memur eylemlerinin aktif militanı olmaktan, öğrencilerine haksızlığa karşı direnmeyi öğretmekten vazgeçmedi. Spor öğretmenliği cezaevinde halkoyunları öğretmenliğine dönüştü. Öğrencileri cezaevindeki yoldaşlarıydı ve Ahmet hoca hem öğretmen hem öğrenciydi artık ta ki Ulucanlar’da ölümle buluşuncaya kadar.

AZİZ DÖNMEZ (DHKP/C): “Bana görev verin, ben iş yapmak istiyorum” demişti yoldaşlarına gelir gelmez. Daha 18 yaşındaydı. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak çok küçükken başlamıştı çalışmaya. Deri ve konfeksiyon işçiliği yapmıştı. 17 yaşında gençlerin asıldığı bir ülkede devrimci olmayı seçmişti o. Çünkü başka yolu yoktu kurtuluşun isyanı seçmedikçe… Ve en genci oldu Ulucanlar’da ölümsüzlüğü kucaklayan direnişçilerin.

MAHİR EMSALSİZ (MKP): “Sözün bittiği yerde eylem adamlığı başlar.” Bu sözün yaşayan ispatıydı Mahir, az konuşan çok iş yapan…

Şimdi görev sırası bizde, az konuşan çok iş yapan olacağız, devrime adanmış ömürlerin, direnerek yaşamayı ve ölmeyi öğretenlerin iyi birer öğrencileri olduğumuzu, pratiğimizle göstereceğiz.

Hiç yorum yok: