MEHMET FATIH ÖKTÜLMUS


Fatih'in Devrimci İradesi Bir Doruktur

Bizler proletarya ve halkın yüce davası, özgürlük, bağımsızlık ve sosyalizm için mücadele eden komünistleriz. Sizler, köhnemiş bir dünyanın, emperyalistlerin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve toprak ağalarının uşaklarısınız. Onlar adına bizi yargılayıp idam hükmü vermeye çalışıyorsunuz. Vereceğiniz karar bizi bağlamayacaktır.

Bizler yaşayalım ya da ölelim devrimin ilerlemesi durmayacak, ölümümüz devrime kan olacaktır. Bizler yaşayalım ya da ölelim TİKB yaşayacak, yüce komünizm ideali er geç gerçekleşecek, proletarya ve halkların dünyasına egemen olacaktır.

Kahrolsun Faşist Diktatörlük!
Yaşasın Türkiye ihtilalci Komünistler Birliği!


Bu sözler, M. Fatih Öktülmüş'ün sıkıyönetim mahkemesindeki yargılayan savunmasının sonunda söylediği sözlerdir. O, yaşamını bir idam infazı sonucu yitirmedi. Ama ölümünün devrime kan olduğu kesindir.

Mehmet Fatih Öktülmüş. Türkiye devrimci hareketinin yakından tanıyıp sevdiği bir komünist. TİKB'nin kurucu üyelerinden ve MK üyesi.

Fatih, '68'li yıllarda 18'inde bir delikanlı. Ankara'da ODTÜ öğrencisi, Amerikan büyükelçisi Commer'in arabasının yakılması eylemini yönetenlerden biri. '68 kuşağının devrimci ruhunun öne çıkardıklarından.

20'li yaşlarda Adana'da sınıf çalışmasının doğal önderi. Herkesin sevdiği, inandığı, güvendiği. Demiryolu işçilerinden tekstil sektörüne, Ceyhan'dan Kiremithane'ye her yerde ondan bir parça. Pek çok grevde, işçi direnişinde, kitle eyleminde Fatih, eylemin hem örgütleyicisi hem yöneticisi. Üniversite gençliğinin örgütleyicilerinden.

Örgütümüzün THKO'dan ayrıldığı dönem herkes soruyor: "Fatih nerede?", "Fatih muhalefette.", "Öyleyse ben de muhalefetteyim."

Adana ve Fatih. Çünkü 70'li yılların başında kurulan ve kurucularından olduğu araştırma-inceleme grubu, yüzünü proletaryaya dönmüş, öğrenci olanlar okullarından ayrılmış, sanayi kentlerinde sınıf içinde çalışma başlatmışlardı. Henüz genç bir devrimci olan Fatih bu amaçla Adana'ya gitti. Cebinde bir sendikanın kartı vardı. Bunun dışında ne bir ilişki ve ne de tek bir tanıdık vardı. Kısa bir sürede örgütledi Adana'yı. Hem de grevlerle, direnişlerle örgütledi. THKO ile birleşmemizden sonra, Adana'da THKO'yu THKO yapan yine Fatih'tir.

Yıl 1979. O TİKB'nin kurucularından olan bir komünist. Grup döneminden kalma küçükburjuva mücadele anlayışına, grup yapısı ve alışkanlıklarına darbeyi vuran ve ayakları yere sağlam basan, geleceğe güvenle bakan bir devrim örgütünün MK üyesi. Ankara'da polis tarafından çıkışsızca kuşatılmışken, siperinden doğrulup makinesini ateşleyerek dosdoğru düşmanın üzerine yürüyen, polisi darmaduman ettikten sonra yoldaşlarıyla kayıpsız çekilen Fatih'tir.

Sıkıyönetim koşulları, 1980. 15-16 Haziran'ın yıldönümü için Kartal gibi pilot bir bölgede bin kişilik bir korsan düzenler örgütümüz. Eylemin başında MK üyemiz O. Yaşar Yoldaşcan ve Fatih vardır. Askerler geldiğinde, bin kişi burnu kanamadan çekilirken, düşmanla çatışan ve onlara bir subay, iki asker kaybettirenlerden biridir Fatih.

12 Eylül'ün hemen akabinde cuntaya vurulan ilk tokat olan ve Osman Yaşar Yoldaşcan yoldaşı kaybettiğimiz görkemli Bağcılar çatışmasının mimarlarından biri yine Fatih'tir.

Ve aynı Fatih Manteks grevindedir, Kavel'dedir, Demirdökümdedir...

Fatih'in devrimci olmadan önce en ayırdedici özelliği olağanüstü insan sevgisiydi. Ancak devrimci olduktan sonra, bu sınıflarüstü insan sevgisi onda tamamen farklılaştı. Öyle kemiksiz, bulanık hümanizma duygusu yoktu artık onda. Yoldaşlarına, sadece onlara da değil, tüm devrimcilere, işçi sınıfı ve tüm ezilenlere karşı tanımsız bir sevgiye dönüştü hümanizması. Fatih sözkonusu olduğunda, öyle soyut bir şey değildi bu, gülüşünden, bakışından, adeta tüm gövdesinden taşardı. Daha ilk karşılaşmada sıcacık sarardı insanı.

Bu özelliğini bütünleyen ve onda karakter haline gelen bir diğer özelliği ise, alçakgönüllülüğü idi. Herhalde şimdi sorulsa, içimizden hiç kimse alçakgönüllü olmadığını, burnu büyük ve üstenci olduğunu kabul etmeyecektir. Kuşkusuz her şeyin bir ortalaması vardır. Çalışkanlığın, fedakarlığın, hatta devrimciliğin bile. Fatih için söylenenleri bu ortalama ölçüler içinde algıladığımızda, onu tanımamız mümkün olmayacaktır.

Fatih alçakgönüllüdür. Ve onda ortalama yoktur. Örneğin Fatih ölüm orucuna aday oldu. Ama bunu yaparken kendisine hiçbir özel misyon biçmedi. Öyle görkemli bir eylemin onurunu taşımak gibi özel bir kaygısı yoktu. Bu bir onursa örgütüne aitti. İnanç ve coşkusuyla sarıldığı bu eylemde, ölmesi gereken biri varsa o da kendisiydi. Mücadelenin ve örgütün diğer yoldaşlarına daha çok ihtiyacı olduğunu düşünüyordu çünkü. Son mektubunda yoldaşlarına bırakacağı mirastan bahisle,' "Bendeki mal-mülk belli. O da siz yoldaşlarımda fazlasıyla var zaten" diyordu. Yine son mektubunda, "Bizi arkamızdan çok çok övüp de yeraltında yüzümüzü kızartmayın olmaz mı?" diyen de, şubeden çıktıktan sonra Selimiye koridorlarında karşılaştığı bir yoldaşının, "Seninle gurur duyduk" sözleri karşısında sıkılganlıktan kızaran bir yüzle, "Benim sizden ne farkım var yoldaş" diyen de aynı Fatih'tir. Bizim Fatih'imiz.

O en genç ve yeni yoldaşıyla konuşurken bile, neredeyse karşısındaki onun üstüymüş gibi saygılı ve dikkatliydi. Oturuşundan ses tonuna kadar bu böyleydi. Ve bunu kimsenin gönlünü hoş tutmak için değil, başka türlü davranamadığı için yapardı. Herhangi bir devrimciyle -ama devrimciyle- ilişkisinde de böyledir. Fatih'e fedakar denilebilir mi? Sanmıyoruz. Çünkü bir şey kişiliğinizle bütünleştiği zaman fedakarlık olmaktan çıkar, düpedüz karakter özelliğiniz olur. Fatih başkaları için bir şey yaparken kendisi yoktur, hiçbir ihtiyacı yoktur sanki. Yoldaşlarına kızmaz, sesini yükseltmez, kaşını yıkmaz, gönül kırmaz. Birçoğumuzda bu durum, kendine hakim olmak biçiminde yaşanır. Onun ise buna ihtiyacı yoktur. Onda içselleşmiş bir özelliktir, kendiliğinden olur. Eleştirirken, yaralarını usulca temizleyip sarar gibi eleştirir insanı, ilacın en acısını bile onun elinde uysallıkla içmeye hazırsınızdır. Çok mu mülayim görünüyor? Siz onu bir de örgüte yabancı ve zararlı düşünce ve alışkanlıkları sızdırmaya çalışanlar, bile bile hatasında ısrar edenler çizgimizi bulandırmaya çalışanlar karşısında görmelisiniz. O yumuşacık Fatih gider, uzlaşmaz, acımasız, sonuna kadar dövüşmeye hazır yırtıcı bir kaplan gelir yerine.

Düşman karşısında ise, hayır, korkusuz denemez ona. Bu tanım çok hafif kalır. Düşman karşısında düşmanca durur. En güçlü sevgi, en güçlü nefretten beslenirmiş derler. Onun ezilenlere duyduğu aşka benzer sevgi, ezenlere karşı duyduğu tarifsiz bir kin ve öfkeyle birleşir, bununla beslenirdi. Düşmanla yüzleşmesi gereken her durumda, geleceğin temsilcisi gibi davranır, saldırır, diz çöktürürdü. İlk gençliğinden beri defalarca çatışmalara girmiştir, vücudunda birçok mermi taşır ve bizim tanımımızla gövdesi kalbur gibidir.

Türkiye devrimci hareketi onu ölüm orucundan da önce, defalarca geçtiği işkence tezgahlarındaki tavrıyla tanıdı. Her yakalanışında bir öncekine göre bir üstten tavır geliştirdi. Şubede direnmeyi bir sanat haline getirdi Fatih. Son yakalanışı Adana'da oldu. Gittiği randevu yerine polis bir başka örgüt için pusu kurmuştu. Cuntanın en azgın ilk ayları. Adana polisi Fatih'i tanıyınca diğer avından vazgeçti. Fatih, 3 kat kurulmuş polis çemberinin ikisini aştıktan sonra üçüncüde vuruldu. Yaralı yakalandı. O zaman Adana Polis Koleji yeni açılmış ve insan öğütmeye başlamıştı. Fatih şubedeyken, bu yeni işkencehaneye giren Milliyet gazetesi, "İlk biz girdik" böbürlenmelerinin ardından, iğrenç yalanlarıyla cuntaya yaltaklanıyor ve bilmeden dışarıdaki devrimcilere güçlü mesajlar iletiyordu. "Dilaver Yanar" ara başlığı altında şunları yazıyordu:

Burada işkence yok. Eğer işkence olsaydı, Mehmet Fatih Öktülmüş olduğu herkesçe bilinen bu zat, günlerdir bozuk bir plak gibi 'Ben Dilaver Yanar'ım' der durur muydu?


Hayır, düşmanın bildiklerini bile reddetmiyordu Fatih. Daha fazla, çok daha ileri bir şey yaptığı. Cepheden tavır koyuyor, açıktan "Siz insan değilsiniz, benim işkencecilere verilecek ifadem yok" diyordu. 12 Eylül'ün her yerde kan döktüğü, işkence süresinin 3 ay olduğu böyle bir süreçte O, adını bile söylememe ve şubede açlık grevine gitme tavrının başlatıcısı oldu.

Adana'dan sonra İstanbul işkencehanesine getirildi. Düşman ona en ağır işkenceleri uyguluyordu. Çözülmeyeceğini bile bile işi inata bindiriyor ve her gün yeniliyordu. Fatih yalnızca direnmiyordu. Sorgudakilerin ilham kaynağıydı. Onun ölümünden sonra bir TKP/ML TİKKO militanının Fatih'in bir yoldaşına yazdığı mektuptan dinleyelim gerisini:

Çok genç bir devrimciydim yakalandığımda, ilk günlerde direndim. Sonra yönetici yoldaşlar çözüldü, işkencenin çözemediği irademde bir yalpalama başladı. Sorumlum karşımda konuşuyor, polis her şey biliyordu. Onlar çözüldükten sonra benim direnmemin bir anlamı var mıydı? Direnmekle çözülmek arasında gidip geliyordum. Ama besbelli çözülecektim, çünkü bir kez tereddüt girdi mi içine bitersin. Karar aşamasındaydım. İşte o günlerde açıldı hücremin kapısı. İçeri yaralı genç bir adam girdi. Adı Dilaver Yanar'dı. İşkenceden mahvolmuş bedeninde iki kor gibi sıcacık göz gülümsüyordu bize. Biraz sohbet ettikten sonra anladı yalpaladığımı. Ben eğer o sınavdan partim ve devrim karşısında başı dik çıkmışsam, onun sayesindedir. Yaşamımın o andan sonraki doğrultusu, Dilaver yani Fatih o gün hücremin kapısından girdiği anda çizildi. Onu asla unutmayacağım.


Sonunda Gayrettepe'den cezaevine sevk edildi Fatih. Şef, "Gönderin şunu" demişti, "Diğerlerine kötü örnek oluyor."

Ama işkence bitmedi onun için. İstanbul cezaevleri içinde tek teslim olmuş, bütün yaptırımlara uyan bir cezaevi olan Kabakoz Cezaevi'ne gönderildi ilkin. Daha gittiği ilk gün, zaferinden emin bir subayın koridorlarda, "Var mı ulan burada beni dinlemeyecek, İstiklal Marşı söylemeyecek tek adam?" böğürtüsü, cezaevindeki teslimiyet havasını yırtan Fatih'in net ve duru sesiyle yanıtlandı: "Evet var." Direnen tek insandı, günlerce işkence gördü. Bu tek kişilik direniş odağı kısa sürede idareyi ürküttü. Hücreye alınmış da olsa Fatih'in direndiğini bilmek, diğer tutuklularda da bir kıpırdanma eğilimi yarattı. Bunun üzerine Fatih apar topar Metris'e sevkedildi. Ve Metris'lilerce Sibirya denilen E blokun en ücra koğuşuna konuldu.

Fatih, bu temel özelliklerinden ötürü Türkiye devrimcileri tarafından sevilip sayılan, adeta yoldaşça kabul gören bir komünistti. Hem de yaşarken. Sanırız böylesi bir ayrıcalık kimselere nasip olmamıştır.

Fatih, her dönem ihtiyacı duyulan komplike kadro tipolojisinin yetkin bir örneğiydi, iyi bir örgütçüydü, iyi bir asker. Hepsinden önemlisi örgüt adamıydı. Gerçek bir adanmışlıkla çalışır ve böyle çalışılmasını isterdi. Hangi işe el atarsa o işin adamı olurdu. Örneğin araba kaldırmak askeri eylemlerin neredeyse vazgeçilmez öğesidir. Fatih, oturduğu odadan, sokaktan açılıp kapanan bir arabanın kapı sesinden, o arabanın cinsini çıkaracak kadar hakimdi bu işe.

Fatih, mükemmel miydi? Hiç kimse mükemmel değildir. Lenin'in dediği gibi, önemli olan hata yapmamak değildir. Önemli olan önemli bir hata yapmamak ve hataların gösterildiğinde derhal düzeltmektir, onun yaşamında alnına en küçük bir leke düşürecek herhangi bir hatası yoktur. Ve asıl olan sürekli, kesintisiz bir biçimde ileriye doğru değişmek, yenilenmektir. Fatih, yaygın deyimle o ilk günkü didinmede gösterilen örgüt ve devrimle bütünleşme düzeyi, feda ruhu, çalışma performansı ile örülüyor. Fatih'in devrimci iradesi bir doruktur. Doruklara ulaşmak için o dağ tırmanılmalıdır.

Onun nasıl sağlam bir devrimci bilinçle dopdolu olduğunu, sosyalizme duyduğu güvenin ne denli derin olduğunu anlamak için ölümünden önceki son anlarına bakmak yeter. Bilincini yitirdiğinde, Moskova önlerindeydi. Sürekli Stalingrad çatışmalarını, Stalin'i sayıklıyordu. Hitler faşizmine karşı sosyalizm savunuyor, Kızılordu askerleriyle birlikte çatışıyor, savaşı yönetiyordu. Son beyin hücreleri de ölürken, beden iradesinden tümden kopmuşken, bulunduğu mekanı, yaptığı eylemi bile hatırlayamazken, sosyalizmin anavatanının savunusu kaplıyordu tüm benliğini.

Onun bu devrimci karakter sağlamlığı, sadece kişisel meziyet sorunu değildir kuşkusuz. Proletaryanın ML ideolojisi ile donanmış bilinçli bir inançtır duyduğu. Şehitlerimizi yaşadıkları koşullardan, içinde şekillendikleri örgütten, o örgütteki yer alış biçimlerinden kopardığımızda, onları anlamak olanaklı olmayacaktır. Onların ayırdedici özellikleri örgütlerinin tüm erdemlerini kendilerinde kişileştirmeleri ve bunu kişisel erdemleriyle yoğurmalarıdır.

"Gökyüzünün en hakim yerinde bir yıldız vardır hani" der Homeros. En zifir karanlıkta yol gösterir yolculara. Yolunu yitirenlere yön gösterir Kutup Yıldızı'dır adı, Fatih'tir. Fatih, 12 Eylül'ün en zifiri karanlığında gösterdi yönümüzü. O narin bedeniyle barikat oldu. Tıpkı yaşarken yaptığı gibi.

Yanındaki siper yoldaşları dışında onu en son gören avukatı Hüsnü Öndül oldu. Öndül'ün anlatımına göre:

Ölümünden kısa bir süre önceydi. Onu beklerken, bunun onu son görüşüm olacağını bilmiyordum. Fatih üzerinde kırmızı bir tişörtle, tekerlekli sandalye üzerinde geldi. Göz kasları gevşediği için bir gözü yerinden dışarı sarkmış, bu yüzden bantlanmıştı. Bir deri bir kemik, tanınmaz haldeydi.

Ona Ölüm Orucu ile ilgili kimi tepkileri anlattım. 'Bıraksınlar, hiçbir şey elde edemeyecekler', 'insan kendi kendini öldürür mü?' diyorlardı. Fatih insanüstü bir gayretle tel örgülere tutunarak ayağa kalktı ve 'Biz Kazanacağız!' diye haykırdı. Ancak kuvveti elvermediği için yeniden sandalyeye yığıldı ve ekledi: 'Faşizme ve teslimiyete karşı.'


Onun bu son haykırışına yanıt uzak bir Anadolu cezaevinden bir yoldaşından geldi: "GÖK GÜRLEMEYİNCE YER GÜLMEZ!"

Fatihin hayatinin kisa anlatimi:

TİKB öncesi dönem

Mehmet Fatih Öktülmüş,1949 yılında Trabzon'da bir devlet memurunun oğlu olarak doğdu.1966 yılında ODTÜ'de üniversiteye başladı.Burda Sinan Cemgil,Hüseyin İnan,Yusuf Aslan,Ulaş Bardakçı kadar tanınmasada 1968 kuşağının önderlerinden oldu.6 Ocak 1969'da ODTÜ'yü ziyaret eden Vietnam Kasabı Kommer'in makam aracını yakanlardandı.1970'li yılların başında kurulan THKO(Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu)'nun üyelerinden biri olarak 12 Mart 1971 Muhtırasından önce Adana'ya gitti ve burada halk-devrimci ilişkisini kurmaya başladı.12 Mart döneminde yakalanarak cezaevine kondu fakat kısa süre hapis yattıktan sonra 1973'te serbest kaldı.

TİKB Dönemi

1979 yılında THKO'dan ayrılan Aktan İnce,İsmail Cüneyt,Yaşar Ayaşlı,Osman Yaşar Yoldaşcan ile birlikte TİKB'yi kurdu.Aynı yıl,MK üyesi olan Fatih Öktülmüş ve arkadaşları otururlarken polis kaldıkları evi kuşattı.Makineli tüfek ateşine rağmen Fatih Öktülmüş ve arkadaşları polislerin birçoğunu öldürerek evden kaçtılar.Üstelik,bu çatışmada bir tek TİKB militanı bile ölmemişti.16 Haziran 1980'de İstanbul/Kartal'da Sıkıyönetime rağmen 15-16 Haziran 1970 Olaylarında ölen işçileri anmak isteyen gruba jandarma müdahale etti.O sırada aranan MK üyeleri Mehmet Fatih Öktülmüş ve Osman Yaşar Yoldaşcan da oradaydılar.Çıkan çatışmada 1 subay,2 er toplam 3 asker ölürken Fatih Öktülmüş ve Osman Yoldaşcan'ın da aralarında olduğu 1000 kişilik grup kaçmayı başardı.

Yakalanması

12 Eylül 1980 Darbesiyle işbaşına geçen cunta yönetimi heryerde Fatih Öktülmüş ve arkadaşlarını arıyordu.Bağcılar'da Yaşar Yoldaşcan ile otururlarken evi polis bastı.Çıkan çatışmada Yaşar Yoldaşcan ölürken,Fatih Öktülmüş sağ olarak yakandı.TİKB MK(Merkez Komite)Üyesi olarak idamla yargılanmasına rağmen idamdan kurtuldu.TİKB Davasındaki savunmasını şu sözlerle bitirdiBizler proletarya ve halkın yüce davası, özgürlük, bağımsızlık ve sosyalizm için mücadele eden komünistleriz. Sizler, köhnemiş bir dünyanın, emperyalistlerin, işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve toprak ağalarının uşaklarısınız. Onlar adına bizi yargılayıp idam hükmü vermeye çalışıyorsunuz. Vereceğiniz karar bizi bağlamayacaktır.

Bizler yaşayalım ya da ölelim devrimin ilerlemesi durmayacak, ölümümüz devrime kan olacaktır. Bizler yaşayalım ya da ölelim TİKB yaşayacak, yüce komünizm ideali er geç gerçekleşecek, proletarya ve halkların dünyasına egemen olacaktır.

Kahrolsun Faşist Diktatörlük! Yaşasın Türkiye ihtilalci Komünistler Birliği! .Sorgusunda ser verdi,sır vermedi.Hatta öyleki,sahte kimliği olan Dilaver Yanar isminin sahte olduğu bile kabul ettiremediler.

1984 Ölüm Orucu

'68 Kuşağı önderlerinden Öktülmüş,TİKB MK üyesi olarak TİKB davasından dolayı hapisteyken TTE(Tek Tip Elbise)uygulamasına karşı başlatılan ölüm orucuna katıldı.Ölüm Orucu sürerken 1984 yılında hayatını kaybetti.

Hiç yorum yok: